2009 yılı ABD yapımı olan filmimizin türü: Bilim kurgu, dram, fantastik, gerilim, macera, psikolojik... Yönetmen, Seth Grossman'dır. Serinin üçüncü film olan The Butterfly Effect 3 yaklaşık 90 dakikadan oluşmaktadır. Filmin diğer serilerini daha önce izlemiştim ve film kadrosunda yer alan isimlere baktığımızda tüm filmlerin yönetmen ve oyuncuları değişik isimlere sahiptir. Üç filmi de izledikten sonra ister istemez bir kıyaslama içerisine giriyor insan. Şahsi beğenim serinin ilk filminden yanadır. İlk film 2004, ikinci film ise bundan iki yıl sonra (2006 yılında) gösterime girmiştir.
Beklentileri tam anlamıyla karşılayan bir film olduğunu düşünmüyorum. Beklentimin ne olduğunu da gayet iyi biliyorum. Diğer iki filme nazaran daha vasat kaldı. Fakat son sahneleri izleyiciyi ters köşeye yatırdı. İşlenen cinayetleri, polisle iş birliği yaparak çözen Sam Reide (Chris Carmack), sevgilisinin cinayetini çözmek için kendinde cesaret bulur, daha doğrusu öldürülen sevgilisinin kız kardeşi Elizabeth Brown (Sarah Habel), Sam'dan katilin kim olduğunu bulmasını ister. Sam, zorlu bir gelgit dönemi yaşar katilin kim olduğunu bulmaya çalışır ama her seferinde bir aksilik olur. Dedektifler dahil olmak üzere Rebecca Brown'u (Mia Serafino) öldüren kişinin "Pontiac Katili" olduğuna inanmaktalar, o bir seri katil ve bulunamıyor... Filmin sonunda katilin kim olduğunu anlayınca bir şaşkınlık yaşadım. Katil Sam'in öz kardeşi Jenna Reide'dir (Rachel Miner) sanırım onun büyük bir psikolojik sorunu var. Abisine aşık olduğu için, abisinin yakınındaki tüm kadınları öldürüyor. Ve Sam bunu öğrendiğinde kendi yarattığı seri katilin hayatına son vermek için geçmişe gidiyor. Evlerinin yandığı o güne geri dönüyor ve Jenna'yi alevler içinde bırakıyor (daha önce kurtarmıştı kardeşini), onun ölmesini sağlıyor ve bu sayede sekiz kadının canını kurtarmış oluyor ayrıca içlerinden biriyle de evleniyor, kızlarının adına ise "Jenna" koyuyorlar.
Filinin genelinden memnun kalmadım ama son sahnesinde beni şaşırttığı için izlediğime pişman olmamam gerekiyor. Neler öğrendiğim hususunda paylaşabileceklerim arasında şunlar olabilir: Sanırım geçmişe gitme isteği biz insanlarda hiç bitmeyecek, eğer cidden öyle bir şansım olsa -ki istiyorum bende- sadece izlemeyle yetinmeliyim, bir şeyleri değiştirmeye, düzeltmeye kalktığımda başka bir düzeni bozabilirim. O yüzdendir ki, "Her şey olacağına varır" sözü doğrulanmış oluyor bu vesileyle. Şu soruyu da sordum kendime ama cevap vermekte güçlük çekiyorum; Birden fazla şeyi düzeltme şansım var ama bunun için öz kardeşimden vazgeçmem gerekiyor? Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sam'in yerinde olmak istemezdim her halde. Diğer iki filmi izlediyseniz bu filmi de gözden geçirmelisiniz.
Beklentileri tam anlamıyla karşılayan bir film olduğunu düşünmüyorum. Beklentimin ne olduğunu da gayet iyi biliyorum. Diğer iki filme nazaran daha vasat kaldı. Fakat son sahneleri izleyiciyi ters köşeye yatırdı. İşlenen cinayetleri, polisle iş birliği yaparak çözen Sam Reide (Chris Carmack), sevgilisinin cinayetini çözmek için kendinde cesaret bulur, daha doğrusu öldürülen sevgilisinin kız kardeşi Elizabeth Brown (Sarah Habel), Sam'dan katilin kim olduğunu bulmasını ister. Sam, zorlu bir gelgit dönemi yaşar katilin kim olduğunu bulmaya çalışır ama her seferinde bir aksilik olur. Dedektifler dahil olmak üzere Rebecca Brown'u (Mia Serafino) öldüren kişinin "Pontiac Katili" olduğuna inanmaktalar, o bir seri katil ve bulunamıyor... Filmin sonunda katilin kim olduğunu anlayınca bir şaşkınlık yaşadım. Katil Sam'in öz kardeşi Jenna Reide'dir (Rachel Miner) sanırım onun büyük bir psikolojik sorunu var. Abisine aşık olduğu için, abisinin yakınındaki tüm kadınları öldürüyor. Ve Sam bunu öğrendiğinde kendi yarattığı seri katilin hayatına son vermek için geçmişe gidiyor. Evlerinin yandığı o güne geri dönüyor ve Jenna'yi alevler içinde bırakıyor (daha önce kurtarmıştı kardeşini), onun ölmesini sağlıyor ve bu sayede sekiz kadının canını kurtarmış oluyor ayrıca içlerinden biriyle de evleniyor, kızlarının adına ise "Jenna" koyuyorlar.
Filinin genelinden memnun kalmadım ama son sahnesinde beni şaşırttığı için izlediğime pişman olmamam gerekiyor. Neler öğrendiğim hususunda paylaşabileceklerim arasında şunlar olabilir: Sanırım geçmişe gitme isteği biz insanlarda hiç bitmeyecek, eğer cidden öyle bir şansım olsa -ki istiyorum bende- sadece izlemeyle yetinmeliyim, bir şeyleri değiştirmeye, düzeltmeye kalktığımda başka bir düzeni bozabilirim. O yüzdendir ki, "Her şey olacağına varır" sözü doğrulanmış oluyor bu vesileyle. Şu soruyu da sordum kendime ama cevap vermekte güçlük çekiyorum; Birden fazla şeyi düzeltme şansım var ama bunun için öz kardeşimden vazgeçmem gerekiyor? Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sam'in yerinde olmak istemezdim her halde. Diğer iki filmi izlediyseniz bu filmi de gözden geçirmelisiniz.