Teori ve Pratik Uyuşmazlığı

Yaşamımızda en kolay gerçekleştirdiğimiz eylemin "konuşmak" olduğuna inandığımda henüz çok iyimser bakıyordum kötülüklere. Kötü bir şey yapılıyor ama ne kadar isteyerek ya da ne kadar istem dışı gerçekleşiyor? Konuşmalarımız sonucu kendi ait teoremleri üretebiliyoruz. Hatta bakılırsa herkesin bir "felsefesi" bile var. Bu felsefe olayında anlam karışıklığı var. İnsanlar kendi felsefelerini geliştirmiyorlar en azından yüksek bir yüzde öyle. Yaptıkları şey, var olan, hazırdaki felsefeleri/düşünceleri benimsemektir. Felsefe üretmek kolay bir şey olmasa gerek.

Felsefemize ufak çapta yenilikler katabiliriz. Kendimize göre şekillendirebiliriz. Ama benimsediğimiz felsefenin temelini değiştiremeyiz öyle değil mi? Eğer değiştirdiğinize inanıyorsanız o zaman da farklı bir düşüncenin sınırlarına girmiş oluyorsunuz.

Hayatımızda en kolay yaptığımız şeyin konuşmak olduğuna inandığımda henüz yeni yeni fikirlerimi paylaşıyordum. Paylaşıyordum ama ne kadar doğruydu? Bu önemli değildi belki. Peki önemli olan neydi? Elbette fikirlerimin arkasında durabilmekti. Bunu yapamadığımı fark ettiğimde daha yeni karşılaşmıştım başa çıkılması zor hadiselerle.

Henüz yeni yeni susmaya başlamıştım. Böyle bir dönem çenemin düştüğü sonrasında ise kendisini topladığı zamanlardı. En azından durduk yere konuşmamayı öğrendi bir zaman. Sonra soru sorulmadıkça konuşmamayı öğrenmişti. Konuşmak kolaydı, bunu herkes yapabiliyordu. Teoride ve pratikte herkes konuşabilir evet. Ne kadar doğru ya da ne kadar yanlış olduğu sonsuza kadar tartışılabilir.

Problem şu ki;
Herhangi bir konuda doğru olduğuna inandığımız düşüncemizin arkasında duramıyoruz. Onu başkalarına karşı savunabilirken, pratikte vasat bir performans gösteriyoruz. 

Dilimiz, beynimizden önce davranıyor olabilir miydi?